“Sevgili oğlum” (dedi), “Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır.”
“Sure-i Lokmân-16″
Dinimiz İslâmiyet; şefkat, merhamet dinidir. Tüm Cihan-ı Alem’e rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), “Yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündekiler size merhamet etsin” ve “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” hadisini düstur edip, başımıza tac ederiz.
Tüm yaratılmışlara hizmeti teşvik eden ve el üstünde tutan dinimiz; ayrıca tüm canlılara da şefkati, merhameti tavsiye eder.
O yüzden Mekke’ye fetih için girerken yavrulayan bir köpeğin başına zarar görmesin diye iki nöbetçi diken bir peygamberin ümmeti olmakla iftihar ederiz.
Karınca vadisine gelen Süleyman (a.s.)’a karınca: ”Ey karıncalar!.. Yuvalarınıza girin¸ Süleyman’ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin.” deyince Süleyman (a.s) onun sözüne hafifçe güler ve tebessüm eder. Karıncalar ezilmesin diye ordusunun yönünü değiştiren komutan bir Peygamberin yolunu severiz biz.
O yüzden;
“Yarın Hakk’ın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca” ihtarıyla bahçesindeki karıncaları dahi incitmekten sakınan padişahlarımızı severiz biz.
Yine o yüzdendir ki;
“Âşık der inci tenden
İncinme incitenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incitenden…” diye, incitmeyi dahi incitmekten sakınan gönül çelenlerin izindeyiz biz.
Allah, kendisine kulluğun hemen ardından, yaratılmış tüm mahlûkata şefkat etmeyi emreder.
Derler ki; İbn-i Asfur günahkar bir zât’tı. Köy halkı illallah etmiş yaka silkiyordu. Yine bir gün çarşıda dolaşırken ellerindeki kuşa eziyet eden çocukları görünce kalbi yumuşar, Allah için o kuşu kurtarmaya niyet eder. Çocukları ikna etmek için uğraşır, en son para verip o kuşu sevinçle gökyüzüne salar. Sonra kendisine denilir ki: “Sen bizim için o kuşu azat ettin, biz de bu merhametine karşılık olarak seni cehennem ateşinden azat ediyoruz.”
Ya da; ”kuyu başında susuzluktan dili sarkmış nefes almakta zorlanan bir köpeğe, kuyudan ayakkabısının içine koyduğu suyu çıkarıp veren günahkâr birinin, sırf bu merhametinden dolayı affedildiği”, Allah için mahlûkata gösterilen merhametin ne kadar günahkar olsak da affa vesile olabileceğini…
Allah’ın yarattığı tüm canlılar benzeri olmayan bir sanat eseridir. Başıboş ve tesadüf yaratılmadıkları gibi; canlı cansız yarattığı her bir varlığa ayrı ayrı kıymet ve önem veren Hak Teâlâ, nefes alan her bir varlığı kusursuz yaratarak birinci derecede önem verdiğini ayetleriyle bildirmiştir.
En yakından en uzağa bütün canlılara şefkat ve merhamet duymak, bize Allah’ın emridir.
Yunus vari;
“Yaratılanı sevelim, Yaratan’dan ötürü. ”
SADECE CANLILARA MI MERHAMET
“Bitki ve ağaç (O’na) secde etmektedirler.” 55/6 Ayetine göre; O’na secde edenlere biz nasıl merhamet etmeyiz.
Ağaç dikmeyi, ağaca bakmayı, bağlarda, bahçelerde her türlü nebatatın yaşaması için hizmet etmemiz gerektiğinin önemini, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) “Kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikiniz.” Hadis-i Şerif’inden bilmekteyiz.
“Gökten su indiren O’dur. Ondan hem kendiniz için içecek su, hem de hayvanlarınıza yedireceğiniz bitkiler verir.” 16-10 Ayeti Celilesi’nde, su ve toprakla buluşan fidan, buluştuğu andan itibaren hayat bulur. Filizlenip yeşermeye başlar. Ağaç olur, bitki olur, çiçek açar, meyve verir, etrafına hayat verir. Her mahlûkat gibi Allah’ı tazim ve zikrederler…
Nasıl ki, toprak için su ne ise, balık için su ne ise, bir insan için hava ne ise, ağaç ve tüm bitkiler için toprakta odur, su da odur.
O yüzdendir ki; ”Kıyamet kopsa bile ağaç dikiniz” diyen ve yine “Hiçbir kişi yoktur ki bir serçeyi yahut ondan daha büyük bir canlıyı haksız yere öldürsün de yüce Allah ona bunun hesabını sormasın.” Hadis-i Şerif’inden de anlaşılacağı üzere bütün gizli ve açık her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, her şeyin hesabını alacak olan; kıyamet gününün sahibi olan ALLAH’tır.
İşte bir fidanı, bir ağacı toprağa kavuşturmak, derdini meramını anlatamayan bir canı sevindirmek, güldürmek bizim elimizdedir. Bu bizim yapacağımız en hayırlı amellerden biridir…
Biz kıyamet de kopsa, elimizde ki imkan nispetinde, yapacağımız hayır hasenattan, yapacağımız amelimizden vazgeçmemeliyiz.
Bakın, İmam-ı Gazali’nin, vefat ettikten sonra kendisini rüyada gören, ”seni nasıl karşılayıp, nasıl muamele ettiler” diye soran birine verdiği cevabı çok manidardır.. Der ki; “yazdığım kitaplar, yaptığım salih ameller, yetiştirdiğim talebeler hepsi boşa çıkıverdi.. Dediler ki; hani bir gün elindeki kamışı hokkadan çıkardığında mürekkebin üstüne konan sineğin uçmasını beklemiştin ya, ona duyduğun merhamet sebebiyle seni affettik.”
Ecdadımız Osmanlı, insana çok önem verirdi. İnsana verdiği önem gibi hayvanlarda çok önem verirdi. Sokak hayvanlarının bakılması için uşak tutulur, onlara maaş verilirdi. Kasaplara, köpeklerin karınlarını doyurmak için bile aylık ödenirdi.
Osmanlı’da, hayvanlara o denli önem veriliyordu ki; sokak hayvanlarının beslenmesi için bir meslek dalı oluşmuştu. Adına da ‘Mancacılık’ denmişti.
DÜNYANIN İLK HAYVAN HASTANESİ
Dolmabahçe’de kuş, Üsküdar’da kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, sonbaharda geri dönemeyen ve yardıma muhtaç leylekler için açılmış dünyanın ilk hayvan hastanesi olan Bursa’daki Düşkün Leylekler Evi gibi ecdadımız Osmanlı’nın eserlerinin, hayvanlara gösterdiği inceliğin, verdiği önemin başka kültürlerde örnekleri var mı?..
Kısaca, merhamet dairesinin çerçevesi bellidir.
Ayakkabısı ile bir köpeğe su veren günahkar bir kulun affedilmesi..
Bir kuşu hürriyetine kavuşturduğu için cehennem ateşinden azad edilmesi gibi daha sayamayacağımız bir çok örnek bulunmaktadır..
Hatta, ‘İhram’da olan bir kimsenin, kendisine eziyet etmeyen yırtıcı hayvanları dahi öldürmesinin caiz olmadığını belirten’ yüce dinin mensuplarıyız biz..
Karanlık gecede, kara taşın üstünde kara karıncanın yürüdüğünü gören ve ayak seslerini dahi işiten ve onun rızkını veren, merhameti sonsuz olan Allah’ın kullarıyız biz.. Alemlerin Rabb’i, bizden ‘yeryüzünü imar etmemizi’ diledi.. Gönülleri imar edemeyen; yeryüzünü imar edemez..
Yunus Emre’nin şiiriyle konumuzu noktalayalım;
Hak cihana doludur,
Kimseler Hakkı bilmez
O’nu sen senden iste,
O senden ayrı olmaz
Dünyaya inanırsın,
Rızka benimdir dersin,
Niçin yalan söylersin,
Hiç, senin dediğin olmaz
Dünyaya gelen geçer,
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer,
Cahiller onu bilmez
Gelin tanış olalım,
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz
Yusuf Çebi/DipDalgaHaber.com