Arif Nihat Asya’nın, özellikle gençler için yazdığı, Fetih Marşı’nın son kıtasıyla yazımıza başlayalım.
“Yürü hala ne diye kendinle savaştasın. Fatih’in İstanbul’u feth ettiği yaştasın.”
Şiir tek kelimeyle muhteşem!..
Sadece gençlere değil, aslında hepimizin kendine hisse çıkarması gereken bir şiir/yazı. Bir Arif Nihat Asya daha çıkar mı bilmem..
Şiir, Fatih Sultan Mehmet Han’dan ilham alınarak yazılmış. Fatih Sultan Mehmet Han demişken;
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” demiş Nebiler Serveri (s.a.v).
Biz bu Hadis-i Şerifi duyunca; aklımıza hemen Fatih Sultan Mehmet Han gelir. Aklımız ona takılır..
Ya da; karadan gemilerin yürütülüp Haliç’e indirilmesi aklımıza gelir. Aklımız yine ona takılır..
Fakat, Fatih’in aldığı eğitim hiç aklımıza gelmez, aklımıza takılmaz.
FATİH SULTAN MEHMED HAN, NASIL BİR EĞİTİM ALDI
Peki, Fatih Sultan Mehmet Han nasıl bir eğitim aldı, nasıl bir eğitimden geçti?..
Kısaca özetleyelim;
30 Mart 1432’de Edirne’de dünyaya gelen 2.Mehmed’in annesi Hüma Hatun, Türk asıllı bir cariyeydi. Babası Sultan Murad, Şehzade Mehmed’i pek önemsemez. Haremindeki soylu ailelerden gelen cariyelerin dünyaya getirdiği oğullarını tercih eder.
Çocukluk yıllarını annesi ve dindar bir kadın olan dadısı Daye Hatun’la birlikte Edirne’de geçiren Şehzade Mehmed’in kaderi, büyük abisi Şehzade Ahmet’in 1437’de Amasya’da ani ölümü, diğer ağabeyi Alaeddin’in de altı yıl sonra yine Amasya’da anlaşılmaz şekilde öldürülmesi ile şekillenir ve Şehzade Mehmed, on bir yaşında Osmanlı tahtının varisi olur.
Sultan Murad, bu olaylardan sonra Şehzade Mehmed’i saraya çağırır. Şehzade Mehmed’in zayıf bir eğitim aldığını anlayan Sultan Murad çok üzülür. Hemen, başta Ahmet Kurani olmak üzere bir çok hoca tutulur. Şehzade Mehmed, çeşitli bilim ve felsefe dallarında, İslam ve Yunan edebiyatı alanında köklü bir eğitim alır.
Babası Sultan Murat’tan da devlet yönetimi dersleri alan ve Sultan Murad’ın 13 Şubat 1451’de ölümüyle Sultan Mehmet 19 yaşında tahta geçer. 2 yıl sonra adının başına “Fatih” yazdıran Fatih Sultan Mehmed Han 20’li yaşlarda İstanbul’u feht eder.
Aldığı eğitim neticesinde;
Anadilinin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbraniceyi kusursuz bir şekilde konuşur.
Fatih Sultan Mehmet Han altı dil biliyordu. Hani şimdiki gençlerin tabiriyle ‘şaka gibi’ diyelim. Kimileride Osmanlı’yı küçük görüp beğenmezler ya. Aslında bütün Osmanlı Padişahları mutlaka sıkı bir eğitimden geçmiştir. Osmanlı hanedanı eğitime çok önem verirdi.
BASILI KİTAP OLMAYAN BİR DÖNEMDE 6 DİL ÖĞRENMEK
Bilgiye erişimin çok hızlı olduğu, fiber internet bağlantısı üzerinden anında her türlü bilgiye hemen ulaştığımız 21. yüzyılda değil de; 15’inci yüzyılda devletin başında 19 yaşında genç bir adam..
Hem de, altı dil bilen ve birçok alanda bilgiyle donatılmış biri..
Fatih Sultan Mehmet Han zamanında, Matbaa henüz icat edilmişti. Fakat Sultan Fatih altı dil biliyordu ama basılı kitap hiç görmemişti.
Kısaca bütün bunları özetlersek şunu söyleyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitime ne kadar çok önem verdiği apaçık ortadadır.
Sadece Fatih Sultan’dan örnek vermekle yetinmeyelim. Keza Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han’da eğitime son derece önem vermiş; döneminde sadece erkek çocuklar için değil, kız çocuklarının eğitimleri için de okullar açmıştır.
Peki, günümüzde, 21. yüzyılda eğitimde hangi aşamadayız?.. 21. yüzyılda dünyayı anlamak, bilgiye ulaşmak için Fatih gibi altı dil bilmeye gerek var mı?..
Bugün, internete girip kısa bir tur attığımızda ulaşamayacağımız bilgi yok gibi. Herhangi bir dildeki gazeteyi, dergiyi, kitabı v.b birkaç saniyede İngilizce’ye veya farklı dillere çevirebiliyoruz.
Kısaca 21. yüzyılda, dünyayı anlamak, daha fazla bilgiye sahip olmak çok çok daha kolay. Söyleriz ya hep; ‘bir dil bir insan.’ Sadece dil mi? Tabii ki hayır!.. Tıp’ta, Fen’de, Bilimde ve en önemlisi Din’de, kısacası her alanda bilgiye ulaşmak, sadece saniyeler içinde gerçekleşiyor.
Basılı kitabın dahi olmadığı dönemde altı dil öğrenen, felsefe, fen, edebiyat ve birçok bilim dalında zirve yapan dedelerimizin; bugün bu çağda yaşasaydılar neler yapabileceklerini bir düşünün!..
İLİM ÖĞRENMEK HER MÜSLÜMANA FARZDIR
Hazret-i Enes (ra) rivâyetle, Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
“Çin’de de olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek ‘kadın erkek’ her Müslüman’a farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler.”
Atalarımız, Allah’ın emri olduğu için ilim öğrenmiş, Allah’ın emri olduğu için yeryüzünü imar etmiş ve bizlere, Vatanımız başta olmak üzere, her alanda muhteşem miraslar bırakmışlardır.. Bize düşen; bu mirasa dört elle sarılmak, emanet olarak bize bırakılan mirasa hayatımız pahasına sahip çıkmaktır..
NASIL BİR GENÇLİK OLACAĞIZ
Genç, her alanda bilgili, donanımlı, dindar, atalarının mirasına sahip çıkan, milli bir gençlik, milli bir kuşak…
Rahmetli Turgut Özal; ‘bir elimde Kur’an, bir elimde bilgisayar’ derdi..
Bir kısım nesil gibi; ‘bir elimde cımbız, bir elimde ayna’ değil!..
Bilgi, artık herkesin bir ‘tık’ ile ulaşabileceği yakınlıkta. Her türlü kitap dergi v.s. elimizin altında. Okullarda ders kitaplarını geçtik, tabletler bedava dağıtılıyor. Eskisi gibi okul ve öğretmen sıkıntısı yok. Dini eğitimlerini insanlar artık daha rahat alabiliyor. Peki, sıkıntı nerde?..
15’inci yüzyılda dedemiz Fatih’in bildiklerinin binlerce kat daha fazlasını, bugün bir lise öğrencisini bırakalım, ilkokul öğrencisi dahi öğrenme imkanına sahip.
Bugün, bakıyoruz küçük çocukların ellerinde akıllı cep telefonları, tabletler, sadece oyun oynuyorlar!.. Ve bıraksanız 24 saat yemeden, içmeden, oynamaya devam edecekler.. Eminiz ki akıllı telefonları da büyüklerinden daha iyi kullanıyorlar. Yararlı bilgileri beyinlerine hemen yükledikleri gibi, çok zararlı bilgileri de beyinlerine yüklüyorlar. İşte tehlike burada başlıyor!..
Facebook, Twitter, WhatsApp, İntagram gibi bir çok sosyal medya hesaplarına takılmaktan, hemen yan odadaki çocuklarımızın ne yaptığını bilemez olduk. Ben kariyer de yaparım çocuk da yaparım havasında olan annelerimiz, çocuklarını ihmal etti/k ediyor/uz.
Çocuklarımız, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız; ellerindeki elektronik aletlerle birer Fatih olabilecekken; o yaşta hiç görmemeleri gereken şeyleri görerek, duymamaları gereken şeyleri duyarak, bomboş, anne babası başta olmak üzere, kimseye faydası olmayan birer nesil olarak yetişiyorlar!..
Eyvah! dediğimiz de ise; iş işten çoktan geçmiş olacak!..
Eyvah! dememek için; hemen hemen hepimizin evinde olan teknoloji denen her türlü bilginin yüklendiği bu aleti, gelecek nesillerin korunması açısından çok dikkatli kullanmamız, kullandırmamız gerekiyor!…
HER İMKANA SAHİP, ZENGİN ve YAKIŞIKLI.. AMA.. O, BİR PEYGAMBER AŞIĞI..
Mus’ab b. Umeyr’i (r.anh)..
Mekke’nin en zengin en yakışıklısı, en güzel giyinen genci. Efendimiz’in (s.a.v) ‘öğretmen’ genci. Mekke’liler onu hayranlıkla seyrederlerdi.
Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v) o’nun hakkında şöyle buyurur:
“Mekke’de Mus’ab b. Umeyr’den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim.”
Mus’ab b. Umeyr (r.anh) Mekke’de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber’in (s.a.v) insanları islama davet etmesine icabet eder, iman edip Müslüman olur.
Müslümanlar, Mekke’liler tarafından yoğun bir baskı altındadır.
Hz. Mus’ab b. Umeyr (r.anh) Müslüman olduğunu ailesinden de gizler. Fakat Osman b. Talha, Mus’ab b. Umeyr’in (r.anh) namaz kıldığını görünce annesine haber verir. Hz. Mus’ab b. Umeyr’i (r.anh) akrabaları yakalayıp hapsederler. Mekke’nin bu nazlı ve zengin genci için artık çileli, sıkıntılı günler başlar.
Mekke’den, Medine’ye göçler başlayınca, Medine’li Ensar’lar kendilerine İslâm’ı öğretmek için Hz. Peygamber’den (s.a.v) birini isterler. Hz. Peygamber (s.a.v) bu önemli görev için Hz. Mus’ab b. Umeyr’i (r.anh) seçer.
Medine’de, ilk cuma namazını da Hz. Mus’ab b. Umeyr (r.anh) kıldırır.
Bir yıl sonra Mekke’ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus’ab b. Umeyr, Hz. Peygamber’e (s.a.v) İslâm’ın Medine’deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle der:
“İslâm’ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı.”
Başta Hz. Peygamber (s.a.v) olmak üzere bütün Müslümanlar bu habere çok sevindiler.
Uhud savaşında iki kolu kesilerek şehid olan Mus’ab b. Umeyr (r.anh) Şehid olduğunda üzerine giyecek bir kefeni dahi yoktur.
Allah o gün bütün meleklerini Mus’hab’ın (r.anh) suretinde yeryüzüne indirir. Hakkında ayet inen bir genç. Efendimiz’in (s.a.v) ‘öğretmen’ genci. Müslümanların ilk öğretmeni. İslam dinini öğretme adına nelere katlandı.
Bir de, Bedir savaşından örnek verelim.
Bedir savaşında bazı Mekke’li müşrikler esir düşer. Peygamberimiz (s.a.v) Fidye ödeye bilenlerden fidye ister. Fidye ödeyemeyenlerden de, okuma yazma bilenlerin Müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakılacağı söylenir.
Son olarak, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hakkında; “Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır” dediği, ‘ilmin kapısı’ olarak tanımladığı Hz. Ali (k.v)’ye atfedilen;
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü, ”İlim öğrenmenin ne kadar önemli, bilginin ise ne kadar kıymetli” olduğunun en güzel ifadesidir.
İlim, ilim bilmektir.
İlim, kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsen.
Ya Nice Okumaktır.
Yunus Emre Hz.’lerinin (k.s) bu unutulmaz sözü ile Rabbini, Peygamberini, Kitabını, Dinini, Vatanını Milletini ve kendini bilen yeni genç nesiller yetiştirmek ümidiyle.
Yusuf Çebi/DipDalga.com