Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmadan sonra oluşan gerilim, ABD ile Türkiye’nin Suriye’de ortak hareket edebilme ihtimalini ortadan kaldırmış görünüyor.
Sayın Erdoğan’ın; İslam dünyasının lideri, Büyük Türk Birliği’nin temsilcisi ve mazlum dünyanın sesi olarak gerçekleştirdiği ve bir manifesto mahiyetindeki konuşmasının her bir cümlesi, Müslüman – Türk dünyası için ayrı ayrı değerli olmakla birlikte, İsrail’e yönelik beyanları, küresel strateji açısından çok önemli sonuçlar doğuracak olan bir söyleme tekabül etmektedir.
KÜRESEL GÜÇLER ŞAŞKIN!..
Siyonist ve Evangelist güç merkezleri, 20. yüzyıl içinde tamamen kendi kontrollerinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, tam bağımsız bir devlet ve aynı zamanda da küresel bir güç olarak karşılarına dikilmesinin endişesi, şaşkınlığı ve paniğiyle Sayın Erdoğan’a saldırırken, her saldırılarının onu büyütmesinden ve daha büyük bir güç olarak karşılarına çıkarmasından dolayı da hayretler içinde kalmaktadır.
Küresel güç merkezleri, terörizm ve kaos mimarı ABD büyükelçisi John Bass’ı ortalığı karıştırmak, yeni terör ve savaş merkezleri üretmek için Afganistan’a gönderdikten sonra, Türkiye’ye gönderdikleri ABD büyükelçisi David M.Satterfield’ın raporları doğrultusunda, yeni bir yöntemle Türkiye’yi yanlarına çekme ve sonrasında da kontrol altına alma planını devreye sokmuşlardır.

David Satterfield
Bu bağlamda, öncelikle kendilerinin görünmeyeceği şekilde Türkiye’ye yönelik olarak kur operasyonları gerçekleştirmişler, Türkiye’yi İran ve Suriye konusunda nötr bir siyaset algısına çekmeye, Türkiye-Rusya ilişkilerini bozmaya çalışmışlar, tam zamanında yaptıkları ataklarla, Türkiye’nin, Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonlarını engellemişler ve en son olarak da 100 milyar dolarlık bir ticaret hacmi balonuyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ekonomik nitelikli ancak siyasi içerikli bir havuç uzatmışlardır.
Sayın Erdoğan’ın, ABD’ye ulaşır ulaşmaz, Cumhuriyetçi – Evangelist Senatör Lindsey Graham ile yapmış olduğu görüşmenin manasından ve içeriğinden habersiz olanlar, yine küresel güç merkezleri tarafından medyaya pompalanan; “Türkiye S 400’leri aktif hale getirmeyecek, Fırat’ın doğusuna operasyon yapmayacak, F 35 programından çıkarılmayacak” şeklinde ortaya çıkan bir algının yörüngesine girmiştir.

Senatör Lindsey Graham
Aslında ABD’nin yaptığı şey, Sayın Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne söyleyeceğini anlamak için istihbarat içerikli bir ön alma ve zemin yoklama görüşmesinden başka bir şey değildir.
Görüşme esnasında L.Graham, ABD başkanı D.Trump’ı aramıştır ki; bu durum istediğini elde edemediğinin bir yansıması olarak okunabilir. Zira Sayın Erdoğan’ın 24 Eylül 2019 tarihindeki konuşmasından sonra, yaşadıkları ve halen içinden çıkamadıkları şok dahi bunu açıkça göstermektedir. Dikkat edilirse ABD tarafından ciddi ve kapsamlı hiçbir açıklama dahi ortaya konulamamıştır.
Ancak belirtmek isterim ki; Evanjelistlere karşı özel bir hassasiyeti bulunan D.Trump, damadı Jared Khusner tarafından geliştirilen ‘yüzyılın barış anlaşması’ planının Sayın Erdoğan tarafından çöpe atılmasından, İsrail’in ve Mısır yönetiminin yerden yere vurulmasından, İran’a destek verilmesinden, Suriye’ye yönelik ‘Güvenli Bölge’ haritasının açıkça ilan edilmesinden sonra; Türkiye’yi, ‘100 milyar dolarlık ticaret hacmi havucu’ nun da kesmediğini idrak etmiş bulunmaktadır.

Jared Kushner
ABD’NİN İSTEDİĞİ TÜRKİYE;
- Ortadoğu’ya yönelik ABD ve İsrail politikasını destekleyen,
- ABD’nin verdiği silahlarla yetinen,
- İran’a koşulsuz bir şekilde ambargo uygulayan,
- Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de İsrail’in ve ABD’nin çıkarlarına uygun hareket eden,
- Avrupa Birliği hedeflerine bağlı olarak kendisinden istenen her talebi yerine getirerek, ülkesini ABD işbirlikçilerinin cenneti haline getiren,
- Dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girme, savunma sanayi oluşturma, nükleer enerji ve silah üretme, IMF kontrolünden çıkma gibi hedefler taşımayan,
- ABD’nin ileri askeri üssü gibi hareket eden ve ordusu ABD kontrolünde bulunan,
- ABD’den bağımsız ekonomik, askeri ve siyasi işbirliklerine girmeyecek,
- İslamiyet’in ve Türk’lük bilincinin yeşermesine imkan vermeyecek bir sistem ve yaşantı içinde olacak ve batı medeniyetinin dümen suyunda yüzecek olan bir ülkedir.
Oysa ABD’nin karşısında; onun istediklerinin tam aksini isteyen bir ülke, alt etmeyi başaramadıkları bir lider ve o liderin arkasında durarak kutlu ve tarihi bir başarının mimarı olan kıymetli bir ittifak bulunmaktadır.
ERDOĞAN’IN BM KONUŞMASINDAN SONRA, TÜRKİYE’Yİ NELER BEKLİYOR
Şuan tek amaçları, kendileri dağılmadan bu ittifakı dağıtmayı başarabilmektir. Bunun için de her yolu denemektedirler. İşte Sayın Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kürsüsü’nden yapmış olduğu konuşmanın arkasından gelecek şey ise; Türkiye’ye yönelik olarak başlatılacak kapsamlı bir gerilim politikasına bağlı olarak şekillenecek; askeri, ekonomik ve siyasi tavır ve saldırılar olacaktır..
Bu tavrın ne zaman ortaya çıkacağını belirleyecek olan şey ise; ya Türkiye’nin açığa düşmesi, ya da onların üstü örtülü mücadeleyi bir tarafa bırakarak, gemi azıya almaları durumu olacaktır.
Türkiye’nin, uluslararası strateji alanında eli güçlü değilken, bir adım attığında, karşısında büyük ve birleşik bir siyonist- evangelist hizmetkarlar topluluğunu bulacağı hemen hemen kesindir.
Ancak bu önermeleri yapmakla birlikte, henüz Türkiye’nin de ABD’nin de adım atmak için kendisini yeterli hissetmediği ve hazırlık dönemini tamamlama zorunluluğu içinde olduğu da unutulmamalıdır.
TÜRKİYE VE ABD’NİN ARGÜMANLARI
Bu durumda ABD’nin, İsrail üzerindeki konsantreyi dağıtmak için; Mısır- İran- ve Pakistan başta olmak üzere kullanabileceği bir çok argüman bulunurken, Türkiye’nin de Suriye topraklarında Pyd//Ypg yapılanması tarafından kontrol edilen bölgeye operasyon yaparak ABD’nin bütün bölgesel planlarını bozmak gibi çok güçlü bir kartı bulunmaktadır..
“Allah var öyleyse imkan var” ilkesinden hareket eden Büyük Türk Milleti, her zamanki gibi imkansızı başaracaktır..
Savaşta ilk vuran değil, öldürecek şekilde vuran kazanır..
Sedat Çetinkaya