Site iconDipDalgaHaber.com

17/25 ARALIK YARGI DARBESİ

Fethullah Gülen ihanet hareketinin Ak Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik o tarih itibarıyla en gözle görülür en aleni ve en şiddetli saldırısının, 17/25 Aralık Yargı Darbesinin üstünden 6 yıl geçti.

Oslo görüşmelerinin ifşası ve aleyhte oluşturulan sinsi propaganda ile hükümeti zor durumda bırakmaya çalışan bu yapı, gezi çapulcularına verdiği büyük destek neticesinde de istediğini alamayınca, bu sefer MİT Tırları operasyonunu devreye soktu. Ak Parti hükümetini, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni MİT aracılığı ile terör örgütüne silah taşıyan olarak tüm dünyaya lanse etmek suretiyle hem Ak Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ulusal ve uluslararası arenada zor durumda bırakmayı hedeflemişlerdi. Bu şekilde Ak Parti liderini Uluslarası Adalet Divanı’nda yargılatmayı düşünüyorlardı. Adalet Divanı’nda yargılanan bir liderin de ulusal ve uluslararası arenada bir meşruiyeti kalmayacaktı. Ellerinde tırların güneye gittiği yönünde mevcut olan bir realitenin üstüne ilave edebilecekleri tek bir delil olmamasına rağmen..

Algı cambazlığında üzerilerine su dökebilecek başka bir yapılanmanın bulunmadığı gözle görülür bir gerçek olan bu yapının ilerleyen günlerde yukarıda kabaca belirtmekle yetindiğim fiil ve eylemlerini aratacak nitelikte daha neler yapabileceğini tüm Türkiye tarih tarih yaşayarak gördü. 15 Temmuz 2016 tarihli ‘cunta girişimine giden yolda’ esasında evveliyatla işi başkaca araç-gereçlerle (yıllara dayalı olarak adliye ve emniyete yerleştirdikleri mankurtlarının sihirli operasyonları neticesinde) halletmeye çalıştılar. Belli ki vesayet vampirlerinin yıllara dayalı alışkanlıklarından beslenenler, tüm bu oluşları kanıksamışlar ve kendilerinde bir hak görmüşlerdir. “Demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir” söyleminden her türlü meşru olmayan müdahaleyi demokrasi olarak millete empoze etmek suretiyle milletin iradesinin üstünde iradenin varlığının zeminini oluşturmuşlardır.

Bilindiği üzere, Ak Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan, 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri ile yukarıda arz ve izaha çalıştığım demokratik (!) zeminde iktidara gelmiştir. Ülkemiz yakın tarihi, seçimle gelen iktidarların esasında muktedir olamadıkları realitesi ile bilinir. 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 şubat 1997 post-modern darbesi, 27 Nisan 2007 e-muhtırası hepimizin malumudur. Ülkemizde vesayet üzerine kurulu sistemi oluşturanlar, algılar üzerine yürüttükleri manipülasyonlar neticesinde önceleri başka yöntemlerle denedikleri darbeleri en sonunda ellerindeki son çare olan askerin yönetime el koyması yöntemiyle yapagelmişlerdir. Tabi ki bu uğurda onların bu ulu emellerine hizmet eden harici ve dahili bir kısım odaklar mevcut olmuştur. Bu odaklar, bazen bu millete görünen yüzler olurken bazen de arka planda kalmışlardır.

İşte Fethullah Gülen, son 6 yıllık açık operasyonlar dışında her daim arka planda kalmış ve sinsice bu kalkışmaların arkasında durmuştur. Ve en önemli özelliği de bu kalkışmaların en büyük mağdurunun kendisi olduğu algısını oluşturmak üzere söz ve söylemlerini ısrarla söylemekten geri kalmamak suretiyle mağduru oynamak olmuştur. 28 Şubat sürecinde Refah-Yol Hükümeti’nin post- modern darbe ile devrilmesinin arka planındaki esas figürlerinden birisi olan bu iblis, kendisini bu post-modern darbenin hedefinde göstermek suretiyle ABD’ye atmış ve esas sahiplerinin ellerinin avuçlarının içinde, gözlerinin önünde, kendisini her türlü suçları işlemekten cezai sorumsuzluğa eriştirmiş bir birey olarak gerçekleştirilmesi gereken şeytanlıkları icra eylemeye devam etmiştir. O tarihe kadar oluşturduğu güven vesilesiyle, uzaktan kumandalı mankurtları aracılığı ile dönem psikolojilerini de çok iyi tahlil etmek suretiyle başlarda müspet görünümlü şeytani saldırılar ile başlayan bu uğraş, 17/25 Aralık 2013 tarihli Yargı Darbesi’nin elinde patlaması neticesinde artık alenileşmiştir. Ak Parti hükümetlerinin 2002 yılında başlayan iktidarlarına karşı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ak Parti’nin kendi adayını seçtirememesi üzerine kurulu olan o büyük direnç neticesinde 27 Nisan 2007 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı internet sitesinden verilen e-muhtıraya karşı ilk defa sivil ayak dik durmuştur. Başörtüsü meselesini çözmek üzere mevzuat değişikliğine gitmek isteyen Ak Parti’nin laiklik karşıtı eylemlerin odak noktası olduğu (!) gerekçesi ile 2008 yılında hakkında açılan kapatma davasında 6 üyenin kapatılması yönündeki oyuna mukabil 5 üye kapatılmasın yönünde görüş ihdas etmiştir. Bu davada 1 üye daha kapatılsın dese idi Ak Parti 2008 yılında kapatılmış olacaktı. Ve bugün adalet yürüyüşü yapanların adalet anlayışları gereğince (!) o kapatılmasın diyen 5 üyeden dördü de Ak Parti’nin hazine yardımından mahrum bırakılma cezasına evet demişlerdir.

MİT operasyonu suretiyle, önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer MİT elemanlarını tutuklamak ve bu şekilde ona bu emri veren dönemin Başbakanı’nın siyasi hayatını bitirmek üzere kurulu ve kurgulu olan Fethullah Gülen darbesini ve yine Fethullah Gülen’in içinde bulunduğu gezi süreci ile hükümeti devirmek amacını güden kalkışmayı, ana hatlarıyla arz ve izaha etmiştik.

Dolayısıyla tüm bu süreçlerde, hem Yüce Yaradan’ın büyük yardımları ve hem de bu asil milletin dik duruşu sayesinde devrilemeyen lider için artık yapılacak tek bir şey kalmıştı. O da bu milletin ona olan teveccühünü yerle bir etmekti. II.Abdülhamid’e, Adnan Menderes’e, Turgut Özal’a uygulanan senaryonun günümüz teknolojisinin geldiği aşama ile birlikte algı cambazlığının en ilerisine gitmek suretiyle başka bir versiyonu Ak Parti lideri ve Başbakan olarak 11 yıllık icraatleri ile milletin gönlünde taht kurmuş bulunan Recep Tayyip Erdoğan’a uygulanacaktı. Bu operasyonun adı ‘‘İtibar operasyonu’’, ‘‘Hırsızlık algısı ile ülke yönetimine el koyma operasyonu’’ idi. Bu operasyon hakkında sayfalarca yazılacak hukuksuzluk, bu yazının amacını aşmasına sebebiyet verecektir. Dolayısıyla başta ‘‘suçu sabit olana kadar herkes masumdur’’, ‘‘hukuk dışı elde edilen delil delil değildir’’, ‘‘hakim ve savcılar hiçbir yerden talimat almaksızın kendi vicdani kanaatleri ile karar verirler’’ olmak üzere hukukun birçok evrensel ilkesinin ayaklar altına alınması ile başlatılan ve bu soruşturmaları yürüten savcı ve polislerin hepsinin Fethullah Gülen’in emir eri mankurtlar olduklarının hem Bylock kullanıcısı olmaları, hem bu soruşturmalar ile ilgili kin ve nefrete dayalı açıklamaları ile birlikte, soruşturmalarda tarafsız olmadıklarının net bir şekilde ortaya çıkması, hem bu soruşturmaların içinde olan bir kısım polislerin 2015 yılı haziran ayı genel seçimlerinde Fethullah Gülen’in bağımsız milletvekili aday listesinde bulunmaları münasebetiyle Fetö/Pdy mankurtları tarafından açık açık desteklenmeleri ve hem de bu soruşturmaları icra eyleyen savcı ve polislerin yurt dışına kaçmaları neticesinde 17/25 Aralık soruşturmalarının tarafsız savcı ve polisler eliyle samimi bir şekilde yürütülen, objektif değerlendirmeler neticesinde soruşturulan bir hırsızlık operasyonu olmadığı, bilakis daha önceki yaşanmışlıklar ile  Ak Parti lideri ile Fetö/Pdy arasındaki çatışmanın da tesiri ile devrilemeyen bir liderin, hırsızlık algısı ile devrilmesi operasyonu olduğu bu kadar açık ve seçik iken, başı bulanık nehirden akan suyu içmek suretiyle halihazırda bu operasyondan nemalanarak algı tüccarlığı yapmak ve tüm bu net delillere rağmen Fethullah Gülen iblisini bu operasyonun ve diğer saldırıların dışında, bu alçak darbe girişiminden münezzeh tutmaya çalışmak için verilen uğraş bizlere ne ile izah edilebilir ?

Savcılık ayağında soruşturmayı yürüten Fetö/Pdy üyesi ve dönemin savcısı Celal Kara’nın böylesine önemli bir dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yerine, yine bir diğer Fetö/Pdy üyesi olan savcı Zekeriya Öz ile paylaştığını kendi ağzı ile açıkça beyan etmesi, 17/25 Aralık Operasyonunun Emniyet ayağındaki müdürü Yakup Saygılı’nın kendisinin ve eşinin Bylock kullanıcısı çıkması ve Yakup Saygılı’nın ABD’de yürütülen Reza Zarraf dosyasında tanıklık yapan Fetö/Pdy üyesi Hüseyin Korkmaz ile Bylock üzerinden defalarca yazışmalarının tespit edilmesi hakkında ne denilebilir ?

ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz’un soruşturma dosyası kapsamında alınan ifadelerinde, 17/25 Aralık Yargı Darbesini icra eyleyen Fetö/Pdy şüphelisi polislerden İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube eski Müdürü Yakup Saygılı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube eski Müdür Yardımcısı Yasin Topçu ve söz konusu operasyonlarda dinleme yaptığı anlaşılan Büro Amiri İbrahim Şener ile birlikte 2012 yılında ABD’ye gittiklerini, orada Washington Savcılığı’nı ziyaret ettiklerini ve Bölge Savcısı Daniel Grooms ile görüştükten sonra 25 Eylül’de DEA Genel Müdürlüğü’nde Finansal Suçlar Şube Müdürlüğü’ndeki Bölüm Başkanı Brian Mcknight, Koordinatör Mark Snyder ile birlikte diğer Koordinatörler Mardaret Williams ve Michael Barbuti ile görüştüklerini, daha sonra 27 Eylül 2012’de heyet olarak New York Güney Bölge Savcılığı’na gittiklerini ve burada Savcı Michael Ferrara ile görüştükten sonra 28 Eylül 2012 tarihinde ise DEA New York Bürosu’nda Finansal Suçlar Bürosu Grup Şefi William Callaham ile görüştüklerini, bu görüşmelerinin bilgi paylaşımı kapsamında gerçekleştiğini beyan etmiştir.

ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz’un tutuklanması sonrasında verdiği bu beyanlarda isimleri geçen Polis Müdürleri Yakup Saygılı, Yasin Topçu ve İbrahim Şener’in takipsizlikle neticelenen 17/25 Aralık operasyonu ile ilgili yürütülen kumpas davasında ‘‘Kumpas kurup usulsüzlük yaptıkları ve darbeye teşebbüs ettikleri’’ iddiasıyla Fethullah Gülen’in 1 numaralı sanık olarak yargılandığı davada sanık sıfatıyla bulunmalarına sebebiyet veren fiillerin faili olmaları durumu, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz’un yukarıdaki açıklamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, orta zekada bir insan dahi bu kişilerin 17/25 Aralık 2013 tarihinden yaklaşık 15 ay önce bu operasyonun hazırlığına giriştiklerini görür. Kaldı ki ‘‘17/25 Aralık soruşturmasının 1.5 yıllık soruşturma olduğuna dair’’ kendi ifadeleri ile o tarihlerde 17/25 Aralık sözde soruşturmasının yürütülüyor olduğu realitesi de ortada iken. 17/25 Aralık soruşturmasının İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’ndan dahi gizli bir şekilde (!) yürütüldüğü o süreçte bu operasyonları icra eyleyen polis müdürlerinin ABD patentli çalışmaları bu kadar ayyuka çıkmış ve bir giz olmaktan bağışık hale gelmiş iken bu operasyonun arkasında ABD’nin ve Fethullah Gülen’in olmadığını söylemek saflık ötesi bir durumu bizlere göstermez mi ?

Kaldı ki Türkiye’de ifşa olmaları ve açıkça yakalanmaları neticesinde kumpaslarının yüzlerine çarpıldığını görenlerin, bu davaları 17/25 Aralık figürleri Reza Zarraf ve Halkbank Genel Müdür yardımcısı Hakan Atilla üzerinden ABD’de devam ettirmeleri de bizlere birçok şeyi ifade etmiyor mu ?

ABD’de devam ettirilen ve Türkiye üzerine saldırı niteliği taşıyan bu davaların ABD’deki en önemli takipçilerinin Türkiye’de Fetö/Pdy şüphelisi olarak haklarında Yakalama Emri bulunan ve ABD’ye kaçmak suretiyle ABD’de yaşamlarına devam eden Fetö/Pdy’nin kapatılan gazete ve televizyonlarında gazetecilik ve muhabirlik yapmış bulunan tiplemelerinin olması bizlere neyi göstermektedir ?

17/25 Aralık operasyonu ile kendisinin ve örgütünün bir ilgisinin bulunmadığını ispatlamak için bu operasyonda görev yapmış bulunan polisleri kastederek ‘‘Bu polislerden bir tanesini tanımam’’ diye ortalığı inleten Fethullah Gülen’in bu söylemlerine zıt bir şekilde 2015 yılı Haziran ayında yapılan milletvekili genel seçimlerinde İstanbul 1.Bölgeden bağımsız milletvekili adayı göstermekle birlikte hem sanal alem ve hem de yüz yüze görüşmelerde açık açık desteklemek suretiyle 59.679 oy almasını sağladığı Ali Fuat Yılmazer gibi Fethullah Gülen ve mankurtları tarafından geceli gündüzlü ‘‘haram lokma yemediler’’ sloganı ile birlikte hem adliye önlerinde toplanan kalabalıklar ve açılan dövizlerle ve hem de sanal alemde açıkça verilen destekler neticesinde ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı ve Fetö/Pdy sanığı Metin Topuz’un beyanları ile, 17/25 Aralık operasyonundan yaklaşık 15 ay önce ABD’de adeta bu operasyonun çalışmasını birlikte hareket edeceği dostları ile yaptığı anlaşılan ve 17/25 Aralık kumpasını kurup usulsüzlük yaptıkları için yargılanan çetenin içerisinde bulunan ve bu operasyondan sadece 32 gün önce ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı ve bir diğer Fetö/Pdy sanığı Metin Topuz ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü makamında yaptıkları görüşmeleri de ayrıca kamera kayıtları ve fotoğraflarla sabit olan Yakup Saygılı’yı İstanbul 2.Bölge’den bağımsız milletvekili adayı göstermek suretiyle 33.058 oy almasını sağladıkları, 17/25 Aralık kumpasını kurup usulsüzlük yaptıkları için yargılanan çetenin içerisinde bulunan İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Eski Müdürü Nazmi Ardıç’ı Ankara 1.Bölge’den bağımsız milletvekili adayı göstermek suretiyle destek verdikleri ve 40.004 oy almasını sağladıkları, Fetö/Pdy adına kumpas kurmak suçundan yargılanan, Yunanistan’a kaçmak üzereyken yakalanan eşinin de Fetö/Pdy’nin haberleşme ağı olan Bylock kullanıcısı olduğu ortaya çıkan İstanbul Terörle Mücadele Şubesi eski müdürü Yurt Atayün’ü Ankara 2.Bölge’den bağımsız milletvekili adayı göstermek suretiyle destek verdikleri ve 41.761 oy almasını sağladıkları durumları hiçbir şüpheye yer vermeyecek netlikte ortada iken, tüm bu değerlendirmeler neticesinde 17/25 Aralık 2013 tarihli yargı darbesinin bir Fethullah Gülen operasyonu olmadığı konusunda belleklerde toz kadar kırıntı nasıl kalabiliyor ?

Hal böyle olmasına rağmen, kendi komutları ile oluşturulan algılar üzerine birilerini suçlamak sonucunu doğuran böylesine bir iftira operasyonuna imza atmış bir insana, müslüman olduklarını iddia eden bu kişiler nasıl oluyor da halihazırda ‘‘hocaefendi’’ demeye devam edebiliyorlar ve onun ABD patentli saldırıları ile birlikte kendi öz vatanlarına ve İslam alemine karşı bir duruş içerisinde olabiliyorlar ?

Ve hepsinden önemlisi, böylesine çirkin bir zihniyetle, evrensel hukuk ilkelerinden ve İslamın değer yargılarından uzak bir şekilde yürütüldüğü hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede ortada olan bu soruşturmaya hangi inançla sahip çıkabiliyorlar ve bu soruşturma münasebetiyle yönetenlere yönelik hem de bırakın kovuşturmayı, soruşturma dahi neticelenmeden ‘‘Hırsız’’ yaftasını vurabiliyorlar?

Tüm bu açık tespitlere ve belgelere rağmen, yukarıda arz ve izahına çalıştığım kumpasların esas faili olan bu kişiyi tüm bu fiil ve eylemlerden münezzeh görmek ve bir hoca olarak ona inanmaya devam etmek suretiyle hayatlarına devam etmeleri; ‘‘mankurt’’ bir beyin ile ABD’nin emir eri olarak kendi ülkelerinde veya ülkeleri dışında kendi ülkeleri aleyhine çalışan bireylerin varlığını bizlere açık ve seçik olarak göstermektedir.

Yücel ŞAHİNGÖZ

Exit mobile version